Madencilik Sektöründe Uluslararası Kadınlar Kuruluşu, Çevre Müdürümüz Jale Şakıyan Ateş ile röportaj gerçekleştirdi. Ateş, madencilik sektöründeki 20 yılı aşkın tecrübesiyle sektörel gelişmeler, mesleki deneyimleri ve alandaki kadın işgücüne ilişkin değerlendirmelerde bulundu.


Türkiye, madencilik ve metalurji endüstrisi ile her ne kadar iyi biliniyor olsa da, Jeoloji Mühendisliği bölümünden diplomanızı bu alanda faaliyet gösteren kadın sayısının çok az olduğu bir dönemde aldınız. Sizi bu sektörde bir kariyer yapmaya çeken ne oldu?

Türkiye’nin batısında, Kuzey Anadolu Fay Hattı üzerinde yeralan dolayısıyla sismik olarak oldukça aktif küçük bir ilçede büyüdüm. Çocukluğumda ve gençliğimde ilçemiz ve çevresi küçük ve büyük çaplı birçok depremden etkilendi. Depremler inanılmaz güçleri ile beni her zaman büyülemiş ve korkutmuştur. Belki tanık olduğum depremler ya da yapılar üzerindeki etkileri yüzünden olabilir, mühendis olmanın ne demek olduğunu keşfettiğimden beri mühendisliğe hep hayran kaldım. Neyse ki üniversite giriş sınavı puanlarım Türkiye’nin en iyi üniversitelerinden biri olan Orta Doğu Teknik Üniversitesi (ODTÜ), Jeoloji Mühendisliği Bölümü’ne kayıt yaptıracak kadar yeterliydi. Üniversitedeki ilk jeoloji dersimi çok iyi hatırlıyorum, hocamızın levha tektoniği teorisini görselleştirmesi beni müthiş etkiledi. Jeoloji kesinlikle kişinin çevresindeki dünyayı gözlemleme yeteneğini zenginleştiriyor.


Kariyeriniz çok çeşitlilik arz ediyor ve yaptığınız çeşitli işlerde madenciliğin çevresel etkisini değerlendirmeye ve azaltmaya önemli ölçüde katkıda bulundunuz. Lütfen kariyerinizdeki ilerleyişinizi ve bu hayati kaynağın sürdürülebilirliğinin anahtarı konumundaki mevcut rolünüzü tanımlayınız.

Türkiye Devlet Su İşleri (DSİ) Genel Müdürlüğü’nde yaptığım staj sonrasında, yeraltı suyu rezervlerinin yaşamın her alanında ne kadar önemli ve güvenilir bir kaynak olduğunu anladım. Ancak, bildiğiniz üzere su tüketimi her geçen gün artmakta ve yeraltısuyu kaynaklarının sürdürülebilir yönetimi her geçen gün daha da önemli hale gelmekte. Bunu akılda tutarak yeraltı suyu ve toplum arasındaki karşılıklı ilişkiye odaklanabilmek için jeoloji mühendisliği mesleğimi hidrojeoloji alanında genişletmeye karar verdim. Yüksek Lisans çalışmam esnasında hidrojeoloji, su kalitesi, yeraltı suyu modellemesi konularında yeterli düzeyde deneyim kazandım ve Türkiye’nin batısındaki “Küçük Menderes Nehir Havzası Akifer Sistemi” için sürdürülebilir kalkınma ve yönetim politikalarını oluşturdum.

Yüksek lisansımı tamamlamamın ardından, Türkiye’de şube açma sürecinde olan SRK Danışmanlık’tan bir iş teklifi aldım. Madencilik, çevre ve su yönetimi konusundaki küresel tecrübe ve uzmanlıklarını göz önüne alarak bu ekibin bir parçası olmak istedim. SRK Türkiye’de çalışırken, çok sayıda maden projesinde çevresel etki değerlendirmesi ve çevresel mevcut durumunun belirlenmesi konularında konusunda ekip üyesi olarak katkıda bulunma şansım oldu. Bu bana çevresel etki değerlendirmesi (ÇED) hakkında bilgi ve becerilerimi geliştirme fırsatı verdi. Bence, ÇED sadece bir izin alma prosedürünün ötesinde, madencilik projesinin tüm yaşam döngüsünü kapsayabildiğiniz harika bir karar verme ve planlama aracı. Herkesin tüm görevlere dahil olduğu küçük bir ekip olduğumuz için danışmanlık deneyimimden çok şey öğrendim. Birlikte iyi çalıştık ve genellikle disiplinler arası bir ekip ve teknik uzmanlarla işbirliği yaptık.

Kariyerimdeki bir sonraki aşama, 2007’den beri parçası olduğum TÜPRAG ailesine katılmak oldu. Burada, çevresel ve kümülatif etki değerlendirmeleri, maden atık yönetimi planları ve kapatma planlarının yanı sıra çevre yönetimi ve izleme gerekliliklerinin uygulanmasından da sorumlu olarak çalışıyorum. Madenciliğin her alanında yüksek teknik bilgi, beceri ve uzmanlığa sahip meslektaşlarımla çalıştığım için çok şanslıydım. Birlikte etkili bir şekilde çalıştık, paylaşımda bulunduk ve birbirimizden öğrendik, bu hususlar -tahmin edebileceğiniz üzere- başarılı sonuçlar elde edebilmek için çok önemli. Çalışma arkadaşlarımın daimi desteği, sürekli gelişmek için her zaman güvenebileceğim yegane dayananağım.

Çevresel sorunların küresel olarak daha komplike hale geldiği dünyamızda, uzun vadede bu alanda başarılı olabilmek için, benim için bir sonraki doğru adımın çevre bilimi konusundaki bilgilerimi daha da artırmak olduğunu hissettim. Bu nedenle 2018 yılında Hacettepe Üniversitesi Çevre Mühendisliği bölümünde doktora programına kaydoldum ve önümüzdeki yıl bu çalışmamı tamamlamayı planlıyorum.


Kariyeriniz boyunca sürdürülebilirlik ve gelecek nesillere miras konularında madencilik sektöründe ne gibi değişiklikler gördünüz?

Sürdürülebilirliğin son yirmi yılda artarak önem kazandığı bilinen bir gerçek. Hem kamuoyunda hem de madencilik şirketleri arasında bu konuda giderek artan bir farkındalık söz konusu. Sürdürülebilir kalkınma kavramı madenciliğin birçok yönüne uygulanabilir, bu nedenle çok sayıda madencilik şirketi sürdürülebilirliği iş stratejilerine entegre etmiş durumda.

Önceleri çevresel etki değerlendirme (ÇED) süreci, bilimsel ve teknik yöntemlerle kolaylıkla değerlendirilebilecek hava, su, toprak, arazi kullanımı veya flora faunası gibi hem fiziksel hem de biyolojik ortamlara odaklanmaktaydı. Yıllar geçtikçe, sürdürülebilirlik kavramı daha fazla taahhüt gerektirdi ve madencilik projelerinin sağlık, sosyal ve ekonomik yönlerine de dikkat çekti. Bu nedenle odak, projenin tüm paydaşlarının ÇED sürecine dahil edilmesine kaydı. Kamuoyunu aydınlatmanın önemi ve ÇED’in etkinliğine yapılan vurgular; çevresel etki değerlendirmesinde, örneğin sosyal , kümülatif etki, ekolojik ağ ve biyolojik çeşitliliği kapsayan etki değerlendirmeleri ile maden atık yönetimi ve risk değerlendirmeleri gibi bir çok yeni konunun ortaya çıkmasına neden oldu.

ÇED süreci, kalkınma bankaları ve ayrıca faaliyetleri ile olumlu bir etki elde etmek için mevcut en iyi teknikleri uygulamaya istekli madencilik şirketleri tarafından da en iyi uygulama olarak benimsendi.

ÇED sürecindeki değişikliğe ek olarak, madencilik sektörü; sürdürülebilir kalkınma konularını ele almak ve en iyi güvenlik, çevresel ve sosyal uygulamalara bağlılıklarını göstermek için, küresel sürdürülebilirlik standartlarını ve yönetim sistemlerini giderek daha fazla benimsemekte ve uygulamaktadır. Bununla birlikte paydaşlar, çevresel taahhütlerin yerine getirildiğine dair bir güvence istemekteydi. Geçtiğimiz yirmi yılda madencilik şirketleri, endüstri tarafından yaygın olarak benimsenen Küresel Raporlama Girişimi (KRG) gibi sürdürülebilirlik raporlama standartları aracılığıyla sağlık ve güvenlik ile çevresel ve sosyal konulardaki performanslarını paydaşlara sunarak bu sorulara yanıt verdiler.

Ayrıca internet ve sosyal medya günümüz toplumunda bilgi edinmenin en hızlı ve en kolay yolu haline geldi. Bu durum günümüzde, madencilik şirketlerinin çok çeşitli paydaşlarını sürdürülebilirlik performansları hakkında bilgilendirmelerine olanak tanımakta.

Son on yılda madencilik ve çevre teknolojilerinde de önemli ilerlemeler kaydedildi. Mevcut en iyi tekniklerle bağlantılı olarak, maden atıkları yönetimi ve emisyonları üzerindeki kontroller önemli ölçüde iyileştirildi. Operasyonların işletme ile entegre olarak çevre yönetim sistemleri kurmaları ile potansiyel çevresel etkiyi daha da azalttığı ve “kapatma için tasarım” yaklaşımının, modern teknoloji ile çevreye verilen emisyonları mümkün olan en düşük seviyeye indirebileceği bir gerçek. Ayrıca, bugün için mevcut olan en iyi teknikler, gelecekte en iyi teknikleri yansıtmayabilir. Bu nedenle mevcut uygulama ve tekniklerin iyileştirilmesi için sürekli gelişime ihtiyacımız var. Madencilik endüstrisi, ortak çözümler üretmek üzere devlet kurumları ve akademisyenler ile birlikte araştırmalarda işbirliği yapmaya istekli.


Çevreye olan tutkunuz ile genellikle çevre karşıtı olarak görülen bir sektörde çalışmak arasındaki bariz ayrımı yönetmeyi nasıl başardınız? Madencilik sektörünün bu şekilde değerlendirilmesini doğru buluyor musunuz?

Madenciliğin uygarlık tarihi kadar eski olduğu ve madencilik endüstrisinin sadece toplumun taleplerini karşılamak için mineraller ve metaller ürettiği bilinen bir gerçek ancak ne yazık ki çok az kişi, madenciliğin dünya genelinde birçok ülkenin sosyal ve ekonomik kalkınması için öneminin farkında. Bu bağlamda;

“Biz neyi sürdürmek istiyoruz?”

Bu soruyu gerçekten çok seviyorum. Sürdürülebilir kalkınma hedeflerinin sadece çevre koruma ve kaynak kullanımını kapsamadığını, aynı zamanda ekonomik büyüme yoluyla refah seviyesini iyileştirmek ve eşitsizliği azaltmak gibi hedefleri de içerdiğini unutmamak lazım. Mineraller ve metaller modern yaşam için hayati öneme sahip. Öte yandan dünya nüfusu sürekli artmakta, yaşam standartları yükselmekte ve teknoloji çok hızlı ilerlemekte. Bu nedenle dünya çapında mineral ve metal talebi artacaktır.

Sürdürülebilir kalkınma ile iklim değişikliği arasında da güçlü bir bağlantı mevcut. Bilim adamları, iklim değişikliğine karşı mücadele verebilmek için acil eylem çağrısında bulunmakta. İklim değişikliğiyle mücadele etmek için şirketler ve ülkeler tarafından verilen net sıfır karbon emisyonu taahhütleri bulunmakta, bu durum giderek artan yenilenebilir enerji talebi getirmekte. Bunun yanı sıra insanlar yeşil, doğa dostu araçlar kullanmak istiyor, dolayısıyla 2030-2050 yılları arasında otomobil firmaları sadece elektrikli ve hibrit araç üretimine geçmeyi planlıyor. Ayrıca mobil cihazlar gibi modern teknolojilerde giderek daha fazla sayıda metal kullanılır hale geldi. Şu gerçeği anlamamız ve kabul etmemiz gerekiyor ki rüzgar türbinlerine, güneş panellerine, elektrikli araçlara ve mobil cihazlara mineral ve metal olmadan sahip olamayız.

Madencilik şirketleri de yeşil sanayi olmak için yenilenebilir enerjiye daha fazla odaklanacağından, yenilenebilir enerji ile madencilik endüstrilerinin çok iyi endüstri ortakları olacağına inanıyorum. Madencilik ve yenilenebilir enerji endüstrilerinin birleşik güçleri, adeta olumlu bir geri besleme mekanizması yaratarak karbon emisyonlarını azaltabilir ve küresel ısınmayı yavaşlatabilir. Dolayısıyla, iklim değişikliği ve azaltılmış karbon emisyonları açısından sürdürülebilir bir gelecek, büyük ölçüde madencilik endüstrisine bağlı olduğu bir gerçek.

Madencilik endüstrisi her ne kadar tarihsel olarak anti-çevreci algılansa da açıkfikirli olmamız ve madenciliğin daha yeşil bir gelecek ve toplumun refahı için gerekli olduğunu kabul etmemiz gerekiyor. Bu gerçekler göz önüne alındığında, operasyonlarımızda entegre karar verme süreçleri ve çevre yönetim sistemleri uygulayarak gezegenimizi korurken madencilik faaliyetlerini de sürdürmemiz gerekmekte. Bu koşullar altında, geleceğimiz için sorumluluk almak ve çevre bilimindeki bilgi ve becerilerimizi, madencilik sektörünün bir üyesi olarak çevreyi anlamak, muhafaza etmek ve korumak için kullanmak son derece memnuniyet verici.


Lütfen başarınızda en etkili olduğunu düşündüğünüz kişisel ve profesyonel özelliklerinizi tanımlayınız.

– Empati,

– Sürekli Gelişim ,

– Öz farkındalık,

– Sosyal beceriler,

– Hesap verebilirlik,

– Uyum Sağlama


Kariyerinizde sizi en çok ne zorladı?

13 yıl önce çok güzel bir kızım oldu. Efsanevi Nil Nehrinden esinlenerek ona Nil adını verdim. Çalışan bir anne olmak gerçekten zor olabiliyor, sürekli iş yaşamı ile annelik sorumluluklarınızı nasıl dengeleyeceğinizi bulmaya çalışıyorsunuz. Dürüst olmak gerekirse, sürekli yeni sorumluluklar üstelendiğinizden zaman zaman gerçekten zorlayıcı olabiliyor. Ama şimdi kızımın ne kadar harika bir genç kız olduğunu gördükçe bunu dünyalara değişmeyeceğimi kesinlikle söyleyebilirim.

Bu deneyimden çıkardığım dersler tabiiki paha biçilemez. Zamana karşı koştururken, zamanınızı yönetmeyi ve neye öncelik vermeniz gerektiğini öğreniyorsunuz. Daha fazla odaklanmalı ve verimli hareket etmelisiniz çünkü boşa harcayacak vaktiniz yok. Bana kazandırdığı diğer bir hediye ise, dayanıklı olmak, işler genellikle planlandığı gibi gitmediği için uyum sağlamak zorundasınız. Çalışan bir anne olarak stresi azaltmak için iletişim kurmak ve yardım istemenin çok önemli olduğunu da öğrendim ve bu size empati hakkında değerli dersler verirken daha şefkatli bir insan olmanıza da yardımcı oluyor. Çalışan bir anne olmak zor ama şaşırtıcı bir şekilde bu dersler iş hayatınızda da size yardımcı oluyor.


Türkiye’de madencilik sektöründe, erkeklerin ağırlıkta olduğu bir sektörde çalışan bir kadın olarak deneyimleriniz nelerdir? Sektöre ‘uymak’ için uyum sağlamanız gerektiğini düşünüyor musunuz? Bu yolda size yardımcı olan mentorlarınız veya sponsorlarınız oldu mu?

Herkese eşit fırsatlar sunan bir kuruluşta çalıştığım için şanslıyım. Şirketimizin kültürü rekabete değil, işbirliğine, birbirini desteklemeye ve kolektif başarıya dayanmakta. Öncelikle, Türkiye Cumhuriyetinin kurucusu Mustafa Kemal Atatürk’ü derin saygı ve minnet ile anmak isterim. O’nun reformları sayesinde Türk kadınları eşit eğitim, medeni ve politik haklara 1920’ler ve 1930’larda kavuştu. Öte yandan, Türkiye’nin toplumsal cinsiyet eşitliği konusunda daha kat etmesi gereken çok yol olduğu da bir gerçek ama bu küresel bir mesele.

Dünya Ekonomik Forumu’nun 2020 Küresel Cinsiyet Eşitsizliği raporuna göre, küresel olarak hala kapanmayı bekleyen ortalama %31.4’lük bir fark var. Mevcut gidişat geleceğe yansıtıldığında, genel küresel cinsiyet farkı 99,5 yıl içinde kapanacak, ancak 2006-2020 döneminde yaşanan yavaşlama ile bu açığı kapatmak 257 yıl alacak.

Artık ülkelerin toplumsal cinsiyet eşitliği konusunda siyasi ve yasal taahhütleri olduğunu biliyoruz, şirketler de bunun öneminin farkındalar ve sorunları politikalar ve eğitimlerle çözmeye çalışıyorlar. O zaman eşitsizliğin kapanmasındaki hız hala neden bu kadar yavaş? Nörologlar bunu bilinçdışı önyargı ile açıklıyor ve bu önyargının kaynağı da toplumdaki kadın ve erkeğin tarihsel rollerine dayanan klişelerden geliyor. Bu önyargılar, işyerinde kadın ve erkekleri nasıl değerlendirdiğimizi etkilemekte. Kadınların da önyargılı olduğunu öğrendiğimde çok ilginç bulmuştum. Bu kalıplaşmış önyargıları kendi içimizde tanımlamamız gerekiyor, ancak o zaman bireysel davranışlarımızı ve kararlarımızı iyileştirebiliriz. Cinsiyet eşitliğinin iki taraflı olduğuna da kuvvetle inanıyorum, kadınlar için iyi olan erkekler için de iyidir, böylece herkes iyi bir iş-yaşam dengesi kurabilir. Eski toplumun yarattığı önyargıları değiştirmek için birbirimize yardımcı olabiliriz.

Çok başarılı ve ilham verici liderlerle çalışacak kadar şanslıydım. Buna ek olarak, şirketimdeki pek çok çalışma arkadaşımdam destek ve rehberlik aldım. Şu anda da, kişisel ve profesyonel gelişimim için olağanüstü bir fırsat olan Madencilik Sektöründe Uluslararası Kadınlar Mentorluk Programına kayıtlıyım.


Bu sektöre yeni yetenekler kazandırmak önemli. Bir bilim veya mühendislik alanında teknik bir kariyere atılmaları açısından genç kadın ve erkekleri çekmek için önerileriniz var mı?

İstatistiklere göre Z Kuşağı, önümüzdeki on yılda küresel işgücünün neredeyse %30-35’ini oluşturacak. Dijital bir çağda büyüdüler ve bu yüzden dijital yerliler olarak etiketlendiler. Z Kuşağı çocuğu olan bir ebeveyn olarak, kendilerinden önceki kuşaklardan farklı oldukları bir gerçek.

Teknoloji ve sosyal media, Onlara çok fazla bilgiye ulaşma, bilgilerini genişletme ve fikirlerini paylaşma, dolayısıyla kendi değerlerini yaratma yeteneği kazandırdı. Onları bilim veya mühendislik alanında bir kariyere çekebilmek için değerlerini anlamamız gerekiyor. Z kuşağı en çok çevreyi, toplumun refahını ve adeleti önemsiyor. Anketler, değerlerine uygun kariyerleri seçtiklerini gösteriyor.

Eğitimciler ve şirketler, mühendislik becerilerinin onlara çözüm geliştirmek ve önemsedikleri sorunları ele almak için harekete geçme yeteneği verdiği mesajını iletmelidir. Çevreye karşı sorumlu ve sosyal olarak bilinçli bir nesil olarak, kendilerini çevrenin korunmasına adamış, toplumda olumlu etki yaratan ve eşitliği destekleyen şirketler için çalışmak istiyorlar. Bu nedenle, işletmelerin geleceğin mühendislerini cezbetmek ve elde tutmak için de hazırlıklı olmaları gerekiyor.


Genç kadınlara ne gibi tavsiyelerde bulunmak istersiniz? Kariyerinize başlarken neyi bilmiş olmayı dilerdiniz?

Bilgi, başarının ve güvenin anahtarıdır. İşinizde bilgili ve yetenekli olduğunuzu bilmek, kendinize olan güveninizi arttırır. Güven ve iyi iletişim becerileri ile kendinizi daha rahat ifade edersiniz. Yaşam boyu öğrenme yoluyla kişisel, sosyal ve profesyonel becerilerinizi genişletiniz. İnanın hayal kırıklığına uğramayacaksınız, hatta daha fazla talep göreceksiniz. Kariyerimin başındayken, kişisel ve mesleki hedeflere ulaşmada duygusal zekanın önemini bilseydim keşke. David Goleman’ın dediği gibi, duygusal zeka “akıllı olmanın farklı bir yolu”.


Bize anlatmak istediğiniz hobileriniz veya uğraşlarınız var mı?

Klasik Türk Müziği Korosu üyesiyim.